Bu yaşıma kadar gördüğüm en istikrarlı şey zaman. Bir saniye bile ödün vermedi.
En azından benim için 46 senedir, tıkır tıkır çalışıyor. Fırtınalar kopuyor, dünyalar yıkılıyor yenileri kuruluyor. Ama zaman ne bir eksik ne bir fazla aynen devam ediyor.
Yaşını benim gibi almış olanlar zamanın daha hızlandığını iddia etseler de, görecelikten gol yiyorlar.
Hayat penceresinin daraldığını hissedenler an’ı yaşamaya daha bir yakın hissediyorlar. Bu durum, “Bugüne kadar zamanımızı biraz boşa harcadık, şu saatten sonra sıfırdan başlamak zor” fenomeninin bir çıktısı.
Tabii zaman bunu da umursamıyor. O akmaya devam ediyor.
Zaman hızlanmış, senin için daralmış, Instagram’da gördüğün “20 yaşındaki haline 3 cümle kursan ne söylerdin” safsataları karşına geldiğinde direkt bir sonraki post’a geçtiğin yaştasın.
İsyan etmek istiyorsun belki ama yetkili bulamıyorsun. Konunun muhattabı yok. En azından Türkiye’de yaşıyorsan, bu duruma antremanlısın. İsviçre’de yaşayan garibim ne yapsın, Rolex’e mi gidip şikayet etsin bu zamansal problemi.
Zamanın duyarsızlığı, onun en adil özelliği. Herkese eşit mesafede olması. Kişilerin bunu nasıl değerlendireceği tamamen kendi insiyatiflerine bırakılmış.
Muhtemelen hep aynı yaşta kalsaydık, bu hiçbir zaman bizim için bir problem olmayacaktı.
Bugünün işini yarına bırakacaktık.
Demek ki hepimiz elbet bir gün öleceğimiz için ve doğal koşullarda bunun sorumlusunu “Zaman” olarak belirlediğimiz için problem çıkıyor.
Sanırım insanların bu dünyaya kazık çakamayacaklarını bilmeleri ile anlamaları arasında bir 30 yıl zaman geçmesi gerekiyor.
Bugün tamamının ölmüş olduğu insanların hikayelerini, doğrularını yaşayarak bir ömür geçiriyoruz. Farklı davranırsak, dışlanıyoruz.
Yine bu kısır döngüler içerisinde bir de mutlu olmaya çalışıyoruz. Karamsar bir insan sayılmam ama hiç kimsenin işinin kolay olmadığını söyleyebilirim bu açıdan.