Her şeyin farkında ol ama çok az müdahale edebil.
Bazılarımızın yaşadığı en büyük problem tam olarak bu.
Gereğinden fazla şeyi fark edip, çok azını değiştirebiliyor olmak insanın üzerine ek bir yük olarak biniyor. Bu yük bir süre sonra insanın üstüne biraz daha bastırıp karamsarlık kapısını bile aralayabiliyor.
Bunu “öğrenilmiş çaresizlik” ile karıştırmayalım lütfen, o başka bir başlık.
Gözünüze, duygularınıza, fiziğinize temas eden canlı cansız her şeyi takip edip, sizde uyandırdığı hissiyatı kafanızda bir yere oturtmanızla başlayan bir süreçtir farkındalık.
Bir şeylerin farkına vardığınız kanısına ulaştığınızda beyniniz küçük bir denklemi çözmüş oluyor ve bu “kazanım” ile yoluna devam ediyor.
Bu kazanımlar aylar ve yıllar boyunca birikmeye devam ediyor.
Her zaman olduğu gibi üst seviye “subjektif” çıkarımlarla yaptığımız bu birikimler, doğru olmak zorunda değil.
Sanıyorum bir kişinin karakterini belirleyen en önemli faktör, yıllar boyunca yaptığı bu birikimlerin ne kadar doğru olup olmadığı ile alakalı. Tabii “doğru nedir” konusuna hiç girmeyeceğim.
Konu başlığından uzaklaşmadan, büyük oranda doğru tespitlerle bu birikimi yaptığınızı varsayıyorum.
Ve varsayıyorum ki çevrenizde olan biten her şeyin farkındasınız.
Geliyoruz bir sonraki başlığa: Fark ediyorsunuz ki doğru olmayan bir şeyler var hayatınızda.
Bir şeyleri değiştirebilmek, hatta değişim konusunda bir adım atmak bile tahmin edilenden çok daha fazla enerji gerektiren bir durum. Sadece değişim için karar almak bile kendi içinde bir yük.
Çünkü değişim sizi kaçınılmaz olarak konfor alanınızın dışına itiyor. Ve çoğu zaman bu değişimin sonuçlarını önden kestirmek mümkün olmuyor.
Nedir peki bu “Konfor Alanı”? En basit hâliyle konfor alanı, şu anki hayatınızda alışkın olduğunuz her şeyi aynı şekilde yapmaya devam etmek ve sonuçlarını önceden öngörebilme durumudur.
Ya inanılmaz öngörülü olup yaratacağınız kelebek etkisinin tüm sonuçlarını önceden hesaplayabileceksiniz ve bu öngörü hâlâ size “konfor alanında” olduğunuz hissini vererek rahatlatacak, ya da gözünüzü karartıp hislerinize göre davranacaksınız ve sürekli bir adrenalin ve bilinmezlikle karşı karşıya kalacaksınız. Bu adrenalin bazılarının kulağına hoş gelse de bu, bir tema parkındaki roller coaster’a binmek gibi değil; çünkü gerçek hayat kararlarınızın kalıcı sonuçları oluyor.
Hisler, bireyleri yanıltmaya oldukça eğilimli olmalarına rağmen nadiren de olsa bu kelebek etkisini bilinçaltında hesaplayıp tek bir kelimeyle size iletebilen araçlar olabiliyorlar. Ama bu teoriyi doğrulamak pek mümkün olmadığı için onu “eminim ama ispatlayamam” kategorisinde tutmak daha mantıklı görünüyor.
Nihayetinde mantığımız genellikle farkına vardığımız ve bizi rahatsız eden durumlarla ilgili şu şekilde işler:
Bir şeyleri değiştir. Sonuç senin için önceki durumundan daha iyi olsun.
Eğer biraz bencil biriyseniz işiniz nispeten daha kolaydır; çünkü sizin için iyi olan şeylerin sonuçlarının başkalarını nasıl etkileyeceğini çok da fazla kafanıza takmazsınız. Bu size daha rahat bir hayat tecrübesi yaşatır.
Ama durum tam tersi ise, kendinizi sonsuz bir çıkar çatışmasını çözmeye çalışırken bulabilirsiniz.
Sonuç olarak, farkındalık başlı başına bir yük değil, belki de insanın hayat karşısındaki en güçlü rehberi olabilir. Önemli olan, bu farkındalığı doğru yönetebilme cesaretini ve becerisini gösterebilmek.
Hiçbir zaman bir sonraki adımda ne olacağını yüzde yüz bilemeyeceksiniz; size bunu garanti edebilirim, evrendeki değişkenlerin sayısız olduğuna güvenerek. Ancak farkındalığınızı kullanarak hayatınızda fark yaratabileceğinizi, eylemsizliktense eyleme geçmenin nasıl direkt sonuçlar yarattığını göreceksiniz. Çoğu zaman aldığınız kararların ardından “iyi ki yapmışım” diyeceksiniz.