Konu: Bağımlılık

Bu makale biraz uzun olacak; 2-3 farklı makale konusunu kısaca özetleyip birbirine bağlayacağım.

Bağımlılık nedir?

Bir maddeye ya da bir duruma düzenli olarak maruz kalma ihtiyacı.

Bu ihtiyaç nereden doğuyor? Dopamin salgıladığımız için.

Peki neden dopamin salgılamak istiyoruz? Çünkü ödül, haz ve mutluluk duygusu veriyor.

Dopamini topluca bir kez alsak ve hep mutlu kalsak olmuyor mu?” diye düşünüyorsanız, cevabı hayır.

Çünkü beyin, sizi ödüllendirdikten sonra hayatta kalmanızı sağlamak için teraziyi tekrar dengeler. Yani o ani mutluluğunuz yavaşça ortadan kaybolur ve normal durumunuza geri dönmeniz gerekir.

“Niye böyle oluyor?” derseniz: Muhtemelen ilkel çağlarda bir mağara adamı avını yakalayıp yiyerek dopamin salgıladıktan sonra ertesi gün tekrar hayatta kalmak, yani yeniden avlanmak zorundaydı.

Bunu tamamen uydurduğumu düşünenlere şu deneyi anlatıp makalenin altına kaynakları bırakacağım:

  • Bilim insanları, bir farenin beynindeki dopamin seviyesini kimyasal ve/veya genetik yöntemlerle ciddi ölçüde düşürüyorlar.
  • Böylece fare, sahip olduğu “motivasyon ve ödül beklentisi”nden kaynaklanan itici güçten mahrum kalıyor.
  • Sonuçta fare, önünde duran peyniri yemeye bile zahmet etmediği için açlıktan ölüyor.

Yani, dopamin bizim ihtiyacımız olduğunu düşündüğümüz şeyleri başarmamız için motive eden şey.

Dopaminin ne kadar önemli olduğunu anladıysak devam edebiliriz.


Günümüzde Dopamin Salgılanması

Dopamin salgılama mekanizması ilkel çağlara göre bugün çok daha farklı çalışıyor ve herkeste farklı şekilde tetiklenebiliyor. Kimisi alkol alıp mutlu olurken, bir başkası Instagram’da yaptığı paylaşımdan gelen “beğeni”leri görünce aynı dopamini salgılıyor. Herkes ulvi amacına ulaşmış gibi mutlu.

Örneğin, alkol konusunu ele alalım. Çok içtiniz ve çok mutlusunuz. Muhtemelen ertesi gün beyin bunu dengelemek için size ağır bir “hangover” hazırlayacak. Hatta bazen dengelemek adına biraz “ekstra negatif” de yükler.

Bunu bir terazi gibi düşünün, bir tarafında mutluluk, öteki tarafında negatiflik. Beyin sizi bir an önce tekrar “Homeostasis” durumuna geri sokmaya çalışacaktır. Ne kadar ‘mutlu’ olduysanız, en az o kadar mutsuzluk pompalayacaktır en kısa sürede, ki tekrar normal durumunuza dönün.

Siz bu negatif durumun o tatsız, kötü hissiyatını üzerinizden atmak için tekrar dopamin arayışına girer ve yine içmeye yönelirsiniz.

Buyurun size kısır döngü: Alkolizm.

Ancak bağımlılık konusunu klişe şeylerle kafaya yazmamak lazım. Herkes bir şekilde bir şeyin bağımlısı aslında.

Konfor alanı içerisinde ne kadar en kolay eriştiği dopamin kaynağına yöneliyor.

Ve çağımız dijital veya değil, bu kaynaklarla dolu.


Strese Tolerans Nedir?

Kanın damar duvarına yaptığı bir basınç vardır. Bu normalin üzerinde olduğunda damarlara zarar verir. Buna yüksek tansiyon diyoruz. Yüksek tansiyonun önemli bir özelliği de hastanın bu durumu çoğu zaman fark etmemesidir. Yani, hipertansiyon hastaları normal insanlara göre çok daha yüksek bir basınca maruz kalsalar da bunu hissetmeyebilirler. Aynı tansiyon değeriyle normal bir insan baygınlık geçirirken, hipertansiyon hastası basketbol oynayabilir.

Burada tansiyonun türlerini anlatmak için girmiyorum bu konuya. Hayatımızda maruz kaldığımız stres durumlarında da benzer bir şeyle karşılaşabiliyoruz.

Bazı insanlar yüksek stres altındayken normal davranmaya devam ederler. Stres hâlâ masadadır ama bu bireyler, çoğunluktan farklı tepkiler gösterir. Kişi uzun süre strese maruz kaldığında, zamanla durumu normalleştirebilir. Bu “strese dayanıklı olma” değil, “strese alışma” halidir.

Tıpkı hipertansiyon hastalarının damarları nasıl hasar görmeye devam ediyorsa — onlara normal gelse de — aynı şekilde yüksek strese maruz kalan ama buna karşı bir savunma mekanizması geliştirmiş kişiler de stresten etkilenmeye devam eder. Dışarıdan “rahat” görünseler de tıpkı hipertansiyon gibi stres, onları da içten içe yıpratır.

Bu durum da gerçek yüksek tansiyon kadar tehlikeli bir durumdur.


Kurban Psikolojisi

Arada sayısız gri alan olmakla birlikte, kabaca iki insan tipi vardır:

  1. Kendini olaylar karşısında daha çok “kurban” rolüne itenler,
  2. Sorumluluk alıp kendini sorgulayan veya soruna çözüm üretmeye çalışanlar.

Kurban psikolojisine yatkın bireylerde genelde pesimist bir tutum ve sık sık şikâyet etme davranışı gözlenir. Bir sorunla karşılaştıklarında “Ben bu problemin bir parçası mıydım?” diye sormazlar.

Diğer grupta ise problemle karşılaştığında önce hatayı kendinde arayan, sonra çözüm üretmeye çalışan kişiler bulunur.

Tabii, arada milyonlarca gri ton var ama konuyu netleştirmek adına bu keskin örnekleri verdim.

Kurban, içinde bulunduğu zor durumlardan – kendi yollarıyla – kaçınarak kendini rahatlatırken, bununla yüzleşmeyi tercih eden kişiler stres barlarına bir tık daha eklerler.


Peki, Bu Üç Konuyu Niye Anlattım?

Açalım:

Eğer sorumluluk almaya ve problemleri çözmeye yatkın bir yapınız varsa, genel olarak sürekli problemlerle uğraşıyorsunuz demektir. Çözüm odaklılık ve sorumluluk almak sağlıklı bir psikolojik durum gibi görünse de eğer stres toleransınız fazlaysa (ve bu stresin farkında değilseniz), üstlendiğiniz yükün sınırı belirsiz olabilir.

Bazı insanlarda, uzun süreli (kronik) stresin birikimi ve kişisel farkındalık eksikliği; aşırı sorumluluk yüklenme veya duygusal ihtiyaçları görmezden gelme gibi faktörlerle birleştiğinde bağımlılığa zemin hazırlayabilir. Burada kritik olan, stres toleransının nasıl tanımlandığı ve hangi baş etme mekanizmalarıyla desteklendiğidir.

Her ne kadar panik atak yaşamıyor ve her türlü stresin altına girebiliyor olsanız da, ne kadar büyük bir “problem sarmalı” ile uğraştığınızın farkına varmayabilirsiniz. Bu arada, bir “avcı” olarak beyniniz dopamin ihtiyacını karşılamak isteyecektir. İlk bulduğunuz yönteme (alkol, sosyal medya, kumar vb.) saplanıp kalma ihtimaliniz yüksektir.

Bu denklem içerisinde asıl “Homeostasis” durumunuzu mümkün olduğu kadar korumayı becerebilirseniz, hayattan gerçek beklentileriniz ve sizi gerçekten mutlu edecek şeyler çok daha yüzeye çıkacaktır.

Bu arada evet, bu makaleyi bardayken yazdım, ertesi gün kahve içerken tekrar düzenledim. 🤷‍♂️

 


Zhou, Q. Y., & Palmiter, R. D. (1995). Dopamine-deficient mice are severely hypoactive, adipsic, and aphagic. Cell, 83(7), 1197–1209.

Hnasko, T. S., Sotak, B. N., & Palmiter, R. D. (2005). Morphine reward in dopamine-deficient mice. Nature, 438(7069), 854–857.

Szczypka, M. S., Rainey, M. A., & Palmiter, R. D. (2000). Dopamine is required for hyperphagia in Lep(ob/ob) mice. Nature Genetics, 25(1), 102–104.

Palmiter, R. D. (2008). Dopamine signaling in the dorsal striatum is essential for motivated behaviors: Lessons from dopamine-deficient mice. Annals of the New York Academy of Sciences, 1129(1), 35–46.

Björklund, A., & Dunnett, S. B. (2007). Dopamine neuron systems in the brain: An update. Trends in Neurosciences, 30(5), 194–202.

Brooks, S. P., Trueman, R. C., & Dunnett, S. B. (2012). Assessment of motor coordination and balance in mice using the rotarod, footprint analyses and ladder tests. Current Protocols in Mouse Biology, 2(2), 37–53.

(Visited 36 times, 1 visits today)

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir